Silva Metodu

SILVA METODU HAKKINDA
“Silva Zihin Kontrol Metodu” 1966 yılından beri dünya çapında verilen ve 86 ülkede aktif olan bir kişisel gelişim ve öz farkındalık eğitimidir.

YAŞAM ÜSTADI OLMAK
“Yaşam Üstadı Olmak”; yaşamınızın tüm alanlarında zihninizi ve sezgilerinizi tam bir kontrol ve bütünlük içerisinde kullanarak yaşam deneyiminizi çok daha iyiye taşımanıza olanak tanıyan tekniklere hakim olmanızdır.

ZİHNİNİZİN POTANSİYELİNİ KEŞFETMEK
“Yaşamında yapacağınız en büyük keşif; zihninizin potansiyelidir” -Jose Silva
“Zihnimizin Potansiyeli” olarak tarif edilen nedir? Bu potansiyeli 2,5 günde keşfetmek mümkün mü?

SILVA METODU NEDEN BENZERSİZDİR
Milyonlarca Silva Metodu Mezununun ortak görüşü şudur: “Silva Metodu anlatılmaz, yaşanır”.
Peki Silva Metodunu bu kadar özel ve benzersiz kılan nedir?
Etkinlikler
Silva Yazılarım
Korkan Ben miyim?
admin2020-11-01T11:31:21+03:00Kasım 1st, 2020|
Korkan Ben miyim? Korku aklı dondurur… Korkan kendinizi gözlemleyin… Nasıl? Düşünen ve davranan kendinizi gözlemleme becerinizden yararlanın… Bir anda bilgisayarınızda hangi program çalışırsa çalışsın, diskinizde [...]
Yaşamınızın Yeni Sürümüne Hazır mısınız?
admin2020-10-28T19:25:32+03:00Eylül 16th, 2020|
Kıymetli Dostlar, Yaşamında nice zorluklar görmüş olan büyüklerimiz dahil, hiçbirimiz bu dönemlere hazırlıklı gelmedik. Öte yandan, zaten hazırlıklı olsak, “zorluk” kelime anlamını yitirmez miydi? Bu bir sınav [...]
Akışta Olmak
admin2020-10-28T19:25:26+03:00Eylül 16th, 2020|
Yaşamın akışını kaçırdığınızda, yaşayan olsanız da, o deneyimle bir olabiliyor muyuz? “Gürültü ve sesler dikkatimi dağıtmayacak” telkini, Alfa’da çalışma yaparken zihinden gelen seslerle de ilgilidir. Zihnin sesi ile kaynağın [...]
Sosyal Medya
2 weeks ago
*HU-MAN*
Bu akşam cevapları aramayacağım her zaman yaptığım gibi… Aksine, soruları arayacağım…
Cevapları sorular yaratır. Sorular, cevapların Tanrılarıdır.
Ama -nedense- biz sorulara değil, cevaplara taparız.
Çünkü unuturuz. Yaratıcı olanı unutup, yaratılmış olanın illüzyonuna kapılırız.
Bunu hep ama hep yaparız.
Sonra sorarız:
Neden unutarak doğarız?
Cevap aradığımız için doğuyoruz. Ruhumuz çok ama çok acemi.
Denizine dönmeye çalışan bir damlanın, gül yaprağındaki çiğ deneyimi ömür dediğin…
Sanır ki, bu yaprağın huzuru onu okyanusuna geri döndürecek.
Saflığı kadar da gafildir.
Okyanus nerede, gül yaprağı nerede… Unuttun ki nerede olduğunu, nasıl döneceksin söyle!
Oysa sen bir damlaydın. Okyanusu okyanus yapan, sendin…
Sensiz, olamazdı, biliyordun.
Soruyorsun ya hep: İnsan olma deneyimini, rehber, mesih ve Tanrı olma deneyiminden ayıran nedir?
Budur: Damlanın kendisini okyanustan ayrı sanması….
Ve işte, tam ve sadece bu nedenle, tüm evren, sadece ve yalnızca bir sanrıdan ibarettir.
Unutarak doğarız.
Ve acaba unuttuğumuz tek ve yegane şey, içimizdeki Tanrı parçası mı, ki onu tekrar bulmak için sayısız ömürler geçirmek için kendimizi sürgün etmedik mi cennetten?
Tanrı'yı ve cenneti mi, yoksa kendimizi mi unuttuk?
Zaman ve mesafe illüzyonunda, kendimizi uzak ve ayrı sanmanın hipnozunda, hangimiz insan olabiliriz ki?
Şaşırın azıcık:
Antik Maya'lar Tanrı'ya HU derlerdi. Yaaa, evet, tasavvuftaki gibi, Hû.. Hani "Hayy'dan gelen Hû ya gider" deki Hû… İşte sizin Hu-Man diye bildiğiniz insan budur. Tanrı-Adam, yani Tanrı-İnsan.
Sonra da soruyoruz: neden bulamıyoruz?
Kendini unutan neyi bulsun….
Uzatmayayım,
Siz kendinizi ne sanmıyorsunuz !?!?!?!
erhan aslan
12 Mayıs 2022
21:12 (Tersime geldiği belliydi zaten) ... See MoreSee Less
- Likes: 19
- Shares: 0
- Comments: 1
Woow ne açılım Erhan Hocam. Tokat gibi adeta. Hayy’dan gelen Hu’ya gider. 🥰 Dönüşünüz yalnız banadır. Lokman Suresi 15.ayet.
1 month ago
AKIŞTA OLMAK
Yaşamın akışını kaçırdığınızda, yaşayan olsanız da, o deneyimle bir olabiliyor muyuz?
Silva Metodunda egzersizler esnasında duyduğunuz “Gürültü ve sesler dikkatimi dağıtmayacak” telkini, Alfa’da çalışma yaparken zihinden gelen seslerle de ilgilidir. Zihnin sesi ile kaynağın sesini birbirinden ayırt edebilmek için, ayırt etmeyi başarıncaya kadar çalışmanız gereklidir. Ufak bir ton farkı, size sesin kaynağının hangisi olduğuna işaret eder. Başlardaki zorluk, bu her iki sesin aynı kaynaktan geliyormuş gibi görünmesidir. Zihnin sesi dünyevi benlikten (yani Ego’dan), kaynağın sesi ise Yüksek (İlahi) Benlikten gelir.
Sesin Zihinden mi Kaynaktan mı geldiğini nasıl anlarsınız?
• Titreşimlerin Seviyesi: Korku, endişe, kaygı, keder… Bu titreşimler kaynaktan gelmez. Seviyede ne çalışıyor olursanız, ne sormuş olursanız olun, kaynağın gücü, çözüm seçenekleri sınırsızdır. Sınırsız olan neden korksun ki? Bu ayrım, turnusol kağıdının tek bir dokunuşla bir sıvının asit-baz ayrımını yapabilmesi gibi net ve belirleyicidir. Kaynağın sesi “asitli”değildir. Öte yandan, bu düşük titreşimli-asitli seslerin gelmesi sizin için “hediyedir”. Neden mi? Zihnin sesini duymazsanız, onu nasıl yakından “tanıyacaksınız”?. O sesle ilgili, onu tanımanıza ve ayırt etmenize olanak tanıyan referansı nasıl oluşturacaksınız? Onun sesini tanımanız için özellikle başlarda sıkça duymanız gerekir ki, ayırt edebilme imkanınız olsun. Ve bunu yapmanın en iyi yolu “kendinize ve sevdiklerinize çalışmakta” ısrar etmenizdir. Çoğumuz “başkasına çalışırken sorun yok ama kendime veya sevdiklerime çalışırken zorlanıyorum” diyoruz. Bizi zorlayan kaynak değildir, “egonun sesidir”. Bu sese ne kadar aşina olursanız onunla ilgili referansınız o kadar güçlü olacaktır.
• Akışın Doğasını Anlamak: Akış, bilgilerin çabasızca, sadece odaklı halin kendisi ile gelmesidir. Akış zihnin devreden çıkatılması değildir. Zihin gözlemci olmak, soru sormak, niyet bildirmek için devrededir.
Süreç genel olarak şu aşamalardan oluşur:
• Niyeti ve/veya soruyu belirlemek (kaynağa isteği iletmek): Bu aşamada sol beyin ön plandadır. Sol beyin, soruyu bilinç seviyesinde oluşturarak sağ beyine hedefi verir. Bu aşamada kaynakla hizanalacak olan sağ beyindir. Soru tamamlanınca sol beyin devreden çıkmalı, sağ beyin cevap için odaklanmalıdır. (Zihnin devreden çıkması-susması ile kastedilen budur)
• Bilgi Almak (kaynaktan bilgi almak): Bu aşamada sol beyin arka planda olmalı, kaynakla sağ beyin arasındaki bağlantıya müdahale etmemelidir. Düşünce doğası gereği bir “odaklanma”yaratır. Sol beyin devreye girerse, sağ beynin odağı kaynaktan, sol beyine döner. Yakından gelen kablolu bağlantılı ses, içeriden gelir ve baskındır. Sol konuşursa, sağın dikkati ona yönelebilir. Ve çok hızlı bir şekilde gelen bilginin “alınıp kaydedilmesi” yerine “düşünülmesi” akışın kesilmesinin en büyük nedenidir. Çünkü “sorgu”, kaynağa yöneltilen “yeni bir sorudur”!. Sorgulama kaynağa “biraz önce gelen bilgi ile ilgili yeni sorularım var, öncelikle bunu cevapla” demektir. Bu talep, bir önceki talebi iptal etme komutunu içinde barındırır. Anlama-anlamlandırma isteği akışın hızından kopmaktır. Sorgu başladıktan sonra iç sesi susturmak neredeyse imkansızdır.
• Gelen bilgiyi Analiz ve Sentezden geçirmek: Bu aşama her durumda gerekli olmayıp, yine zihnin bilinçli olarak ön planda olduğu bir safhadır. Kaynak bilgileri iletmiş, zihin gelen bilgileri depolamıştır ve analiz-sentez için en sağlıklı ortam oluşmuştur. Bu süreç, aşamalı olarak ortaya çıkan yeni soruların kaynağa yöneltilmesi ile zenginleştirilebilir. Bu sürecin çıktıları zihnin üründür. Yorumlama, inanç sistemi, mantık-fikir yürütme bu aşamanın tipik eylemleridir. Psişiğin dikkat etmesi gereken, analiz-sentez safhasının gelen bilginin özünü değiştirmemiş olduğundan emin olmaktır.
Akışın doğasına ne kadar uygun davranılırsa, seslerin kaynağı o kadar net olarak ayırt edilecektir.
• Bilginin Doğasını Anlamak: Kaynaktan gelen bilgi, doğası gereği “benlik” unsurunu içermez. Doğrultusu, frekansı, saflığı, yarattığı hissiyatla şişeden içilen bir su ile “kaynaktan gelen saf bir su” içmek kadar ayırt edilebilir haldedir. Bu tona, doğaya aşina olmanın tek yolu bu deneyimi daha çok yaşamaktır. Kaynaktan gelen bilgi;
○ İçeriği itibarı ile şaşırtıcı, “A-ha” dedirten, sürprizlere gebedir.
○ Daha yüksek bir farkındalık seviyesinin titreşimlerini ve bilgilerini içerdiği için farkındalık yaratan, zihnin analitik kapasitesinin ‘ötesinde’ sonuçlar üreten özelliktedir.
○ Zihinden gelen bilgi size mevcut farkındalık seviyenizden gelir ve bu yüzden “daha tanıdıktır”, şaşırtmaz, sürpriz içermez.
• Zihnin Doğasını Anlamak: Elbette, zihin doğası gereği susmaya direnecektir. Amaç zihni baskılayarak susturmaya çalışmak değildir. Bu “zorlama” oluşturarak sizi seviyenin dışına çıkartır.
İşte “gürültü ve sesler dikkatimi dağıtmayacak, hatta gürültü ve sesler daha fazla odaklanmamı sağlayacak” telkininin sadece “dışarıdan gelen gürültü ve sesleri” içermediğini fark edersek deneyimlerimiz değişecektir. Siz seviyedeyken sokaktan ambulans geçince, kapı çarpılınca sesinden tanırsınız, çünkü bu seslerle ilgili duyusal referanslarınız mevcuttur. Ve aynı şekilde, çalıştıkça,“zihninizin sesi” ile ilgili referanslarınız oluşur. Çalıştıkça Kaynaktan gelen bilgiyle, sesle ilgili referanslar da oluşur. Deneyimlerinizin “iyiye, daha iyiye” gittiği aşama burasıdır. “Yaşam Üstadı” olmak, zihin kontrolünde üstad olmayı gerektirir. Artık “kaynaktan gelen sesle”, egodan gelen “gürültü ve sesleri” ayırt etmek ve onu engel değil, odaklanmayı artıran bir unsur olarak kullanmak mümkün olur. Zihnin seslerini duymamak “odaklanarak enerji çeken” bir eylem değildir.
Özetle;
Zihin, kuantum seviyede kaynağın bir parçasıdır ve sürekli olarak ona bağlıdır. Bu bağlantı hiçbir zaman kaybolmaz, kopmaz, kopamaz.
Zihnin varlığını, kaynağa bağlılığı anlamlandırır.
İster Alfa’da ister Beta’da olun… Zihniniz kaynağa sürekli bağlıdır.
Tek yapmanız gereken, zihninizin ve akışın doğasını anlayarak, seslere kulak vermek ve onları ayırt etmektir. İşte bu durumda yaşamın akışı içinde objektif duyular dışında gelen, subjektif bilgileri ve anlamları da yakalayabiliriz.
Kaynağın sesini Beta’da da duyarsınız.
Akışta olmak, sadece Alfa'da değil, Beta’da da seviyede olmaktır.
Akışta kalın, seviyede kalın,
Sevgiyle,
Erhan Aslan
CSMI-Silva Metodu Yetkili Eğitmeni
Ekim 2020 ... See MoreSee Less
Harika 🙏🏻👏🏻👏🏻👏🏻
2 months ago
Harika bir 3 günü geride bıraktık, yaşamlarımızın yeni versiyonlarına yelken açtık. Birlikte iyiye, daha iyiye🥰 ... See MoreSee Less
Harikasınız
3 months ago
... See MoreSee Less
4 months ago
KENDİNİ BİLMEK
Biraz uzun olursa, derdimi kelimelere taşımaktaki acemiliğimdendir.
Efendim, tasavvufta "İrfan sahibi" olmanın yolu, açıkça anlatılmıştır.
İrfana ulaşmak için 4 kapıdan geçmiş olmak icap eder.
Bu kapıların ismi; Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat'tir.
Mevlâna ile bir öğrencisi arasında geçtiği söylenen bir diyalog, bu dört kapı arasındaki farkı açıklayan en güzel hikayelerden birisidir.
Şimdilik sizi bu kısa hikâye baş başa bırakıyorum;
Öğrencilerinden biri Mevlana’ya sorar;
- "Efendim, bu dört kapı meselesini ben pek anlayamıyorum. Bana anlayabileceğim bir lisanla anlatır mısınız?"
Mevlâna:
- "Şimdi bak, karşı medresede dersini çalışan dört kişi var ve hepsi rahlelerine eğilmiş. Sen git bunların hepsinin ensesine bir şamar at, sonra gel sana anlatayım."
Öğrenci gider, birincinin ensesine bir tokat atar.
Tokadı yiyen derhal ayağa kalkıp arkasını döner ve daha kuvvetli bir tokatla Mevlana’nın öğrencisini yere yıkar.
Akabinde yerden kalkan öğrenci, Yaradan’a güvenip ikinciye de bir tokat atar. O da derhal ayağa kalkıp elini kaldırır. Tam tokadı vuracakken vazgeçip yerine oturur.
Öğrenci devam eder, üçüncüye de bir tokat atar. Üçüncü şöyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam eder.
Dördüncü, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına devam eder.
Öğrenci Mevlana’ya döner, olanları anlatır. Mevlâna şöyle der;
- İşte sana istediğin örnekler…
Birinci, şeriat kapısını geçmiş biridir. Şeriatta kısasa kısas olduğu için, tokadı yiyince kalktı, aynısını sana iade etti.
İkinci, tarikat kapısındadır. Tokadı yiyince o da kalktı, tam tokadı iade edecekti ki, tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi. 'Sana kötülük yapana bile iyilik yap.' Onun için döndü, oturdu.
Üçüncü, marifet kapısına kadar gelmiştir. İyinin ve kötünün tek Yaradan’dan geldiğini bilir, inanır. Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi alet etti diye merakından şöyle bir dönüp baktı.
Dördüncü, hakikat kapısını da geçmiştir. İyinin ve kötünün tek sahibi olduğunu ve aynı olduğunu bilir. Onun için dönüp bakmadı bile...
Hikâye burada bitmektedir. Yazımıza dönelim ve hemen ikinci meseleye gelelim. "İrfan sahibi olmak". Nedir bu "İrfan”? Neden bu kadar önemli?
Öncelikle bir kelimenin anlamına bakalım;
İrfan kelimesi yüzeysel anlamda "anlama, bilme, örf ve âdet bilgisi" anlamına gelmektedir. İrfan ile ilgili yapılan diğer tanımların arasında en dikkate değer olanı ve bizim de üzerinde duracağımız anlam şudur: "gerçeğe ulaştırıcı güçlü seziş".
Yormadan, kelimenin derin anlamı ile yüzeysel olanını birleştirelim: “İrfan” naçizane ifademle, "bir şeyin izini-etkilerini sezgi, ilahi gücün desteği ve derin düşünce ile idrak etmek" demektir.
Daha da anlaşılır bir dille; "tanıyarak bilmek" demektir.
Bu çıkarım, sezgisel veya tesadüfi değildir, nedenini anlamak için "İrfan" kelimesinin nereden geldiğine çok kısa bir göz atalım. Çünkü yazımızın bağlanacağı yer ile burası çok ilişkili. İrfan kelimesinin temelini, bazı kaynaklarda Hz. Muhammed'e, bazı kaynaklarda da Hz. Ali'ye atfedilen şu hikmetli söz oluşturur: “Men arefe nefsehû fekad arefe Rabbehû” yani “Kendini bilen, Rabbini bilir.”
Burada geçen “Arefe” kelimesi, kullandığımız “irfan” kelimesinin köküdür. Bir anlamda "Kendini tanıyan, Rabbini tanır" demiştir. Neden? Tanımadan bilinmez ki? Tanıdığını bilirsin, tanımadan bilemezsin…
Kimin söylediğinden ve referans alınan inanç sistemlerinin ne olduğundan bağımsız olarak, bu söylem evrensel bir bilgelik içermektedir.
Tüm bâtıni-ezoterik öğretiler her şeyin "içimizde" olduğunu, dışımızda "gördüğümüzü ve kendimizden ayrı sandığımız" dünyanın, içimizin yansımasından başka bir şey olmadığını söylemektedir. Hem de binlerce dilden ve kalemden, binlerce yıldır…
Delphi Tapınağının kapısında tek kelime yazar: "Temet Nosce" yani "Kendini Bil". Acaba bunu yazan düşünce ile Ehl-i Beyt'in inandığı ve işaret ettiği "hakikat" farklı mıydı?
Değildi.
Hakikat söz konusu olduğunda, "farklılık-ayrılık" sandığımız, herkese anladığı dilden seslenme gayretinin yarattığı renklilikten başka bir şey değildir.
Neden bu kadar önemlidir peki "İrfan Sahibi Olmak"?
"Kendimizi tanımamız ve bilmemizin" tavsiye edilmesinin amacı Ehl-i Beyt'in sözünde açıktır, kelimelerin ardına saklı başka bir gizem perdesi yoktur. Mesaj nettir; "Yaradan’ı Bilmek".
Epiktetos "Tanrı insana bir şey söyleyeceği zaman, bunu bir insana söyletir" demiş. İnsana pek çok farklı kanaldan gelen bu değerli ve ortak mesajın amacı neydi? Yaradan bizim kendimizi bilmemizi neden istedi, bu yolla kendisini bilmemizi istedi.
İnsan, Yaradan’ı bilince ne olacak peki?
Tek bir şey olacak, tüm evrenin düzeninin temel taşında duran tek bir şey: "Kendimizi seveceğiz"… Yaradan'ın bizden tek isteği, milyonlarca yıllık, yüzlerce öğreti ve inanç sistemi, dört büyük kitaplık ve binlerce ayetlik gayretindeki umudu ve beklediği tek şey bu: "kendimizi sevmemiz"…
Neden böyle istedi bilir misiniz; O'nu bulalım, tanıyalım, bilelim ve nihayetinde de anlayalım istedi... O, içimize kendinden sakladığı o müstesna parçaya ulaşmamızı istedi. Kendinden kendine varmayı istedi...
Zira kendinde Yaradan'ı gören, baktığı her yerde O’nu görür. Cümle varlığa bir gözle bakar. Sevmemezlik etmez, edemez. Damla denizi görünce nasıl sevmez, nasıl dayanır kucaklaşmadan, içi akmaz mı… O halden güzel hal var mı ki… Akar, duramaz… Kum tanesi çölü nasıl sevmez… Yaprak ağacı nasıl sevmez…
O’nu kendimizde bulmamızı istedi. Kendisinin göklerde, ulaşılamaz derinliklerde, "orada" bir yerlerde değil, "burada ve bize hep ama hep çok yakın olduğunu" görmemizi istedi.
Ve bunun anahtarını bulmayı aklımıza, sırrını da kalbimize verdi: "Kendini Seven, Rabbini Bilir"…
İyi ama bu yol kolay mı? Kolay anlatırsın, tanıyınca bilinir, bilinirse sevilir, sevilirse sonsuz huzura erilir… Anlatmak kolay, yapmak kolay mı?
Değil… Kim kolay derse, ben diyene inanmam. Bu yol kıldan ince, kılıçtan keskin…
Nicelerimiz kaldı o kapılarda, ışıksız dehlizlerde arar dururlar yollarını…
Kendini bilmeye giden yolda, en kıymetli bilgi, yolun neresinde olduğundur… Adres malum, lakin biz neredeyiz? Olduğu yeri bilmek, atılacak adıma cesaret verir, yolunu işaret eder.
Nasıl bileceğiz bunu? Bir ermiş gelip bize söylemezse? Malum, gönül sultanı Mevlâna Hazretleri yanı başımızda değil ki söyleyiversin? Kim bilecek bunu, yine kendimiz bileceğiz. Kendimizi bilmeye giden yolda neredeyiz, onu da kendimiz bileceğiz. Yolda kendini, nerede olduğunu bilmeyen, vardığını nereden bilecek? Yürüdükçe kendimizi bilmeyi öğreneceğiz. Varmak değil, yol öğretir… Kendimizden kendimize yolculuk edeceğiz…
Nasıl bileceğiz?
Gelin 4 kapıya varalım, kendimize hakikatin aynasından bakalım…
Ne idi bu kapılar; Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat… Bakalım bu kapıların üzerlerindeki "Aynalar" bize neyi göstermekte;
Hayatına, insanlara, olaylara karşı öfkeliysen, hayat dediğin o aynaya iyice bak, aslında kendine karşı öfkelisindir…
Olan bitenin suçunu başkasına ve kendine atıyorsan, karşılık vermedesindir... Çünkü aynada karşılığı kendinden başkasına veremezsin; yediğin her tokat, attığın her tokadı, attığın her tokat yediğin yenisini yaratır... Cezayı kendinden başkasına kesmemektesindir aslında...
Hayata karşı öfkenin ayak izi Keder’dir…
Burası kendinin Şeriat kapısıdır…
Hayatınla ilgili şikayetteysen ama olan biten şeyler içine sinmiyor, ama öfke değil "tahammül" gösteriyorsan o halde karşılık vermek istemede ama kendini tutmadasındır. "Ya sabır" makamından "ben yapacağımı bilirim ama, başkaları gibi -kıvırmak, menfaati önde tutmak, haksızlık etmek, çalmak çırpmak, yalan söylemek, hak yemek- bize yakışmaz" diyorsundur… Hayat yanlış, insanlar eğri, sen doğrusundur... Bedeli sen ödüyorsundur…
Bunun ayak izi olan duygu Gönül Darlığıdır. Yaşamda hissedemediğin, eksik olduğunu düşündüğün o "hakkaniyet" olmadan, kalbin göğsüne sığamaz olur…
Burası, kendinin Tarikat kapısıdır.
Hayatın zorluklarla dolu olsa da, her yaşadığının sana bir şey öğretmeye çalıştığını biliyor, seziyorsundur. Olanın ardında bir maksat olduğunu, "şer" diye bir şey olmadığını, onun henüz tercüme edemediğin "hayr" olduğunu biliyorsundur içten içe... Ama her yeni sorunda-olayda bunu unutup yaşamın sana bunu "kimin eliyle yaptığına" hipnotize oluyorsundur… İçin fark ediyor ama gözlerin Hakikati seçmiyordur… Kalbin biliyor, aklın ikna olmuyor, teselli bulmuyordur... Tam hakikati sezecekken dikkatin dağılıyor ve olan bitenin hesabını, onu sana "maruz bırakanda" arıyorsundur.
Yaşam müfredatının dediğine kulağını vereceğine, sopasıyla gelen öğretmenine gözünü dikmişsindir…
İnip çıkarsın, gözünü sopanın acısından, öğretmenin kendisinden ayırmayı başardığın anlarda, bir nefes alırsın, aklını dersine verirsin arada sırada… Sonra yine öğretmene ve elindeki bakarsın… İner, çıkarsın... Aklın zorlar, kalbin bilir... İkisinin arasında gider, gelirsin...
Bunun ayak izi, Akıl Karışıklığıdır. Ders önemlidir ama yapan haksız, olan da haksızlık gibi görünür…
Burası, kendinin Marifet makamıdır.
Sonra,
Hayat sana ne gönderirse ve kiminle göndersin, zarfa değil "mazrufa" (içindekine) bakarsın. Paketi, dersi sana kimin getirdiğine bakmazsın. Hepsinin aynı yerden geldiğini bilmektesindir.
Ali'yle Veli'yle, iyiyle kötüyle işin yoktur. Ne yaşandıysa "öğrenmem, değiştirmem, anlamam gereken nedir" demektesindir. Olan ne olursa olsun, şükürdesindir.
Oturur dersine çalışırsın. Ne ağlarsın ne de gülersin…
Bunun ayak izi Huzurdur.
Burası, kendinin Hakikat kapısıdır.
Erersin…
İşte, "ermek" budur;
Ermek, kendine giden yolda gidip, kendine varmaktır…
Sevgiyle, hep…
02.02.2022
Erhan Aslan
Elektronik Mühendisi
Silva Metodu Yetkili Eğitmeni ... See MoreSee Less
Kalemine sağlık abicim 🙏🙏🙏
Harika …..🙏
Kalemine, yüreğine sağlık 🙏🙏
Kendini sevmek kolay mı? İçindeki yargıç suçlarını bir bir sıralarken. Halbuki Rab sana ne olursan ol gel diyor. O seni yargılamıyor. Koşulsuz seviyor. Ne iyi ne kötü var. Ne kurban ne de kurban eden var. Tüm bunları özün biliyor ama gel de anlat kendine. Gel de kolay kolay dön özüne. Hayat bazen tahterevalli gibi. Kendini bilene dek bir gün göklerdesin bir gün yerin ta dibinde.
Harika Erhancım 🙏👏👏👏
Ne güzel bir anlatım olmuş. Hangi oluş halindeysek bu yazı bir nevi ayna şimdi. Gör kendini...
Erhancığım Çok teşekkürler... Sevgilerimle... 👏💞🥰
İzninizle paylaşıyorum
Teşekkürler @serpilguntay 😍 ...
Meditasyon Nedir ? ...
Müthiş! ...
Silva Metodunun Theta Frekanslarında işlevsel olmayı öğreten Elin Havaya Yükselmesi tekniğini anlatırken 🌟 ...
Muhteşem bir deneyim.. Öğrencilerim 😍♾🌟 ve ben ...
Sağ beyin özelliklerinden birisi çeşitli nesnelerde farklı görüntüler görmektir... Çam ağacının kabuğunda mesela... 🌲
#erhanaslanphotography #iseefaceseverywhere ...
@silvametodu_erhanaslan ...
Teşekkürler ♾🙏🏻 ...
17-18-19 Eylül'de Zihnimizin Potansiyelini Keşfetmek için bir araya geliyoruz... ...
Ne iyilikler ne güzellikler düşünüyoruz...
Zihnimizde ne kadar güzel bir dünya hayali kuruyoruz... Keşke herkes birbirine hoşgörülü olsa, sabah yürüyüş yaparken yanımdan geçen herkes bana "günaydın" dese...
Evren senin aynandan başka hiçbir şey değildir...
İçine dön bak, dilemek ve istemek dışında attığın adımları say...
Attın ise devam et atmaya,
Atmadıysan da, bekleme olur mu... ...
Error: API requests are being delayed. New posts will not be retrieved for at least 5 minutes.
2 weeks ago
*HU-MAN*
Bu akşam cevapları aramayacağım her zaman yaptığım gibi… Aksine, soruları arayacağım…
Cevapları sorular yaratır. Sorular, cevapların Tanrılarıdır.
Ama -nedense- biz sorulara değil, cevaplara taparız.
Çünkü unuturuz. Yaratıcı olanı unutup, yaratılmış olanın illüzyonuna kapılırız.
Bunu hep ama hep yaparız.
Sonra sorarız:
Neden unutarak doğarız?
Cevap aradığımız için doğuyoruz. Ruhumuz çok ama çok acemi.
Denizine dönmeye çalışan bir damlanın, gül yaprağındaki çiğ deneyimi ömür dediğin…
Sanır ki, bu yaprağın huzuru onu okyanusuna geri döndürecek.
Saflığı kadar da gafildir.
Okyanus nerede, gül yaprağı nerede… Unuttun ki nerede olduğunu, nasıl döneceksin söyle!
Oysa sen bir damlaydın. Okyanusu okyanus yapan, sendin…
Sensiz, olamazdı, biliyordun.
Soruyorsun ya hep: İnsan olma deneyimini, rehber, mesih ve Tanrı olma deneyiminden ayıran nedir?
Budur: Damlanın kendisini okyanustan ayrı sanması….
Ve işte, tam ve sadece bu nedenle, tüm evren, sadece ve yalnızca bir sanrıdan ibarettir.
Unutarak doğarız.
Ve acaba unuttuğumuz tek ve yegane şey, içimizdeki Tanrı parçası mı, ki onu tekrar bulmak için sayısız ömürler geçirmek için kendimizi sürgün etmedik mi cennetten?
Tanrı'yı ve cenneti mi, yoksa kendimizi mi unuttuk?
Zaman ve mesafe illüzyonunda, kendimizi uzak ve ayrı sanmanın hipnozunda, hangimiz insan olabiliriz ki?
Şaşırın azıcık:
Antik Maya'lar Tanrı'ya HU derlerdi. Yaaa, evet, tasavvuftaki gibi, Hû.. Hani "Hayy'dan gelen Hû ya gider" deki Hû… İşte sizin Hu-Man diye bildiğiniz insan budur. Tanrı-Adam, yani Tanrı-İnsan.
Sonra da soruyoruz: neden bulamıyoruz?
Kendini unutan neyi bulsun….
Uzatmayayım,
Siz kendinizi ne sanmıyorsunuz !?!?!?!
erhan aslan
12 Mayıs 2022
21:12 (Tersime geldiği belliydi zaten) ... See MoreSee Less
Woow ne açılım Erhan Hocam. Tokat gibi adeta. Hayy’dan gelen Hu’ya gider. 🥰 Dönüşünüz yalnız banadır. Lokman Suresi 15.ayet.
1 month ago
AKIŞTA OLMAK
Yaşamın akışını kaçırdığınızda, yaşayan olsanız da, o deneyimle bir olabiliyor muyuz?
Silva Metodunda egzersizler esnasında duyduğunuz “Gürültü ve sesler dikkatimi dağıtmayacak” telkini, Alfa’da çalışma yaparken zihinden gelen seslerle de ilgilidir. Zihnin sesi ile kaynağın sesini birbirinden ayırt edebilmek için, ayırt etmeyi başarıncaya kadar çalışmanız gereklidir. Ufak bir ton farkı, size sesin kaynağının hangisi olduğuna işaret eder. Başlardaki zorluk, bu her iki sesin aynı kaynaktan geliyormuş gibi görünmesidir. Zihnin sesi dünyevi benlikten (yani Ego’dan), kaynağın sesi ise Yüksek (İlahi) Benlikten gelir.
Sesin Zihinden mi Kaynaktan mı geldiğini nasıl anlarsınız?
• Titreşimlerin Seviyesi: Korku, endişe, kaygı, keder… Bu titreşimler kaynaktan gelmez. Seviyede ne çalışıyor olursanız, ne sormuş olursanız olun, kaynağın gücü, çözüm seçenekleri sınırsızdır. Sınırsız olan neden korksun ki? Bu ayrım, turnusol kağıdının tek bir dokunuşla bir sıvının asit-baz ayrımını yapabilmesi gibi net ve belirleyicidir. Kaynağın sesi “asitli”değildir. Öte yandan, bu düşük titreşimli-asitli seslerin gelmesi sizin için “hediyedir”. Neden mi? Zihnin sesini duymazsanız, onu nasıl yakından “tanıyacaksınız”?. O sesle ilgili, onu tanımanıza ve ayırt etmenize olanak tanıyan referansı nasıl oluşturacaksınız? Onun sesini tanımanız için özellikle başlarda sıkça duymanız gerekir ki, ayırt edebilme imkanınız olsun. Ve bunu yapmanın en iyi yolu “kendinize ve sevdiklerinize çalışmakta” ısrar etmenizdir. Çoğumuz “başkasına çalışırken sorun yok ama kendime veya sevdiklerime çalışırken zorlanıyorum” diyoruz. Bizi zorlayan kaynak değildir, “egonun sesidir”. Bu sese ne kadar aşina olursanız onunla ilgili referansınız o kadar güçlü olacaktır.
• Akışın Doğasını Anlamak: Akış, bilgilerin çabasızca, sadece odaklı halin kendisi ile gelmesidir. Akış zihnin devreden çıkatılması değildir. Zihin gözlemci olmak, soru sormak, niyet bildirmek için devrededir.
Süreç genel olarak şu aşamalardan oluşur:
• Niyeti ve/veya soruyu belirlemek (kaynağa isteği iletmek): Bu aşamada sol beyin ön plandadır. Sol beyin, soruyu bilinç seviyesinde oluşturarak sağ beyine hedefi verir. Bu aşamada kaynakla hizanalacak olan sağ beyindir. Soru tamamlanınca sol beyin devreden çıkmalı, sağ beyin cevap için odaklanmalıdır. (Zihnin devreden çıkması-susması ile kastedilen budur)
• Bilgi Almak (kaynaktan bilgi almak): Bu aşamada sol beyin arka planda olmalı, kaynakla sağ beyin arasındaki bağlantıya müdahale etmemelidir. Düşünce doğası gereği bir “odaklanma”yaratır. Sol beyin devreye girerse, sağ beynin odağı kaynaktan, sol beyine döner. Yakından gelen kablolu bağlantılı ses, içeriden gelir ve baskındır. Sol konuşursa, sağın dikkati ona yönelebilir. Ve çok hızlı bir şekilde gelen bilginin “alınıp kaydedilmesi” yerine “düşünülmesi” akışın kesilmesinin en büyük nedenidir. Çünkü “sorgu”, kaynağa yöneltilen “yeni bir sorudur”!. Sorgulama kaynağa “biraz önce gelen bilgi ile ilgili yeni sorularım var, öncelikle bunu cevapla” demektir. Bu talep, bir önceki talebi iptal etme komutunu içinde barındırır. Anlama-anlamlandırma isteği akışın hızından kopmaktır. Sorgu başladıktan sonra iç sesi susturmak neredeyse imkansızdır.
• Gelen bilgiyi Analiz ve Sentezden geçirmek: Bu aşama her durumda gerekli olmayıp, yine zihnin bilinçli olarak ön planda olduğu bir safhadır. Kaynak bilgileri iletmiş, zihin gelen bilgileri depolamıştır ve analiz-sentez için en sağlıklı ortam oluşmuştur. Bu süreç, aşamalı olarak ortaya çıkan yeni soruların kaynağa yöneltilmesi ile zenginleştirilebilir. Bu sürecin çıktıları zihnin üründür. Yorumlama, inanç sistemi, mantık-fikir yürütme bu aşamanın tipik eylemleridir. Psişiğin dikkat etmesi gereken, analiz-sentez safhasının gelen bilginin özünü değiştirmemiş olduğundan emin olmaktır.
Akışın doğasına ne kadar uygun davranılırsa, seslerin kaynağı o kadar net olarak ayırt edilecektir.
• Bilginin Doğasını Anlamak: Kaynaktan gelen bilgi, doğası gereği “benlik” unsurunu içermez. Doğrultusu, frekansı, saflığı, yarattığı hissiyatla şişeden içilen bir su ile “kaynaktan gelen saf bir su” içmek kadar ayırt edilebilir haldedir. Bu tona, doğaya aşina olmanın tek yolu bu deneyimi daha çok yaşamaktır. Kaynaktan gelen bilgi;
○ İçeriği itibarı ile şaşırtıcı, “A-ha” dedirten, sürprizlere gebedir.
○ Daha yüksek bir farkındalık seviyesinin titreşimlerini ve bilgilerini içerdiği için farkındalık yaratan, zihnin analitik kapasitesinin ‘ötesinde’ sonuçlar üreten özelliktedir.
○ Zihinden gelen bilgi size mevcut farkındalık seviyenizden gelir ve bu yüzden “daha tanıdıktır”, şaşırtmaz, sürpriz içermez.
• Zihnin Doğasını Anlamak: Elbette, zihin doğası gereği susmaya direnecektir. Amaç zihni baskılayarak susturmaya çalışmak değildir. Bu “zorlama” oluşturarak sizi seviyenin dışına çıkartır.
İşte “gürültü ve sesler dikkatimi dağıtmayacak, hatta gürültü ve sesler daha fazla odaklanmamı sağlayacak” telkininin sadece “dışarıdan gelen gürültü ve sesleri” içermediğini fark edersek deneyimlerimiz değişecektir. Siz seviyedeyken sokaktan ambulans geçince, kapı çarpılınca sesinden tanırsınız, çünkü bu seslerle ilgili duyusal referanslarınız mevcuttur. Ve aynı şekilde, çalıştıkça,“zihninizin sesi” ile ilgili referanslarınız oluşur. Çalıştıkça Kaynaktan gelen bilgiyle, sesle ilgili referanslar da oluşur. Deneyimlerinizin “iyiye, daha iyiye” gittiği aşama burasıdır. “Yaşam Üstadı” olmak, zihin kontrolünde üstad olmayı gerektirir. Artık “kaynaktan gelen sesle”, egodan gelen “gürültü ve sesleri” ayırt etmek ve onu engel değil, odaklanmayı artıran bir unsur olarak kullanmak mümkün olur. Zihnin seslerini duymamak “odaklanarak enerji çeken” bir eylem değildir.
Özetle;
Zihin, kuantum seviyede kaynağın bir parçasıdır ve sürekli olarak ona bağlıdır. Bu bağlantı hiçbir zaman kaybolmaz, kopmaz, kopamaz.
Zihnin varlığını, kaynağa bağlılığı anlamlandırır.
İster Alfa’da ister Beta’da olun… Zihniniz kaynağa sürekli bağlıdır.
Tek yapmanız gereken, zihninizin ve akışın doğasını anlayarak, seslere kulak vermek ve onları ayırt etmektir. İşte bu durumda yaşamın akışı içinde objektif duyular dışında gelen, subjektif bilgileri ve anlamları da yakalayabiliriz.
Kaynağın sesini Beta’da da duyarsınız.
Akışta olmak, sadece Alfa'da değil, Beta’da da seviyede olmaktır.
Akışta kalın, seviyede kalın,
Sevgiyle,
Erhan Aslan
CSMI-Silva Metodu Yetkili Eğitmeni
Ekim 2020 ... See MoreSee Less
Harika 🙏🏻👏🏻👏🏻👏🏻
2 months ago
Harika bir 3 günü geride bıraktık, yaşamlarımızın yeni versiyonlarına yelken açtık. Birlikte iyiye, daha iyiye🥰 ... See MoreSee Less
Harikasınız
3 months ago
... See MoreSee Less
4 months ago
KENDİNİ BİLMEK
Biraz uzun olursa, derdimi kelimelere taşımaktaki acemiliğimdendir.
Efendim, tasavvufta "İrfan sahibi" olmanın yolu, açıkça anlatılmıştır.
İrfana ulaşmak için 4 kapıdan geçmiş olmak icap eder.
Bu kapıların ismi; Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat'tir.
Mevlâna ile bir öğrencisi arasında geçtiği söylenen bir diyalog, bu dört kapı arasındaki farkı açıklayan en güzel hikayelerden birisidir.
Şimdilik sizi bu kısa hikâye baş başa bırakıyorum;
Öğrencilerinden biri Mevlana’ya sorar;
- "Efendim, bu dört kapı meselesini ben pek anlayamıyorum. Bana anlayabileceğim bir lisanla anlatır mısınız?"
Mevlâna:
- "Şimdi bak, karşı medresede dersini çalışan dört kişi var ve hepsi rahlelerine eğilmiş. Sen git bunların hepsinin ensesine bir şamar at, sonra gel sana anlatayım."
Öğrenci gider, birincinin ensesine bir tokat atar.
Tokadı yiyen derhal ayağa kalkıp arkasını döner ve daha kuvvetli bir tokatla Mevlana’nın öğrencisini yere yıkar.
Akabinde yerden kalkan öğrenci, Yaradan’a güvenip ikinciye de bir tokat atar. O da derhal ayağa kalkıp elini kaldırır. Tam tokadı vuracakken vazgeçip yerine oturur.
Öğrenci devam eder, üçüncüye de bir tokat atar. Üçüncü şöyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam eder.
Dördüncü, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına devam eder.
Öğrenci Mevlana’ya döner, olanları anlatır. Mevlâna şöyle der;
- İşte sana istediğin örnekler…
Birinci, şeriat kapısını geçmiş biridir. Şeriatta kısasa kısas olduğu için, tokadı yiyince kalktı, aynısını sana iade etti.
İkinci, tarikat kapısındadır. Tokadı yiyince o da kalktı, tam tokadı iade edecekti ki, tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi. 'Sana kötülük yapana bile iyilik yap.' Onun için döndü, oturdu.
Üçüncü, marifet kapısına kadar gelmiştir. İyinin ve kötünün tek Yaradan’dan geldiğini bilir, inanır. Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi alet etti diye merakından şöyle bir dönüp baktı.
Dördüncü, hakikat kapısını da geçmiştir. İyinin ve kötünün tek sahibi olduğunu ve aynı olduğunu bilir. Onun için dönüp bakmadı bile...
Hikâye burada bitmektedir. Yazımıza dönelim ve hemen ikinci meseleye gelelim. "İrfan sahibi olmak". Nedir bu "İrfan”? Neden bu kadar önemli?
Öncelikle bir kelimenin anlamına bakalım;
İrfan kelimesi yüzeysel anlamda "anlama, bilme, örf ve âdet bilgisi" anlamına gelmektedir. İrfan ile ilgili yapılan diğer tanımların arasında en dikkate değer olanı ve bizim de üzerinde duracağımız anlam şudur: "gerçeğe ulaştırıcı güçlü seziş".
Yormadan, kelimenin derin anlamı ile yüzeysel olanını birleştirelim: “İrfan” naçizane ifademle, "bir şeyin izini-etkilerini sezgi, ilahi gücün desteği ve derin düşünce ile idrak etmek" demektir.
Daha da anlaşılır bir dille; "tanıyarak bilmek" demektir.
Bu çıkarım, sezgisel veya tesadüfi değildir, nedenini anlamak için "İrfan" kelimesinin nereden geldiğine çok kısa bir göz atalım. Çünkü yazımızın bağlanacağı yer ile burası çok ilişkili. İrfan kelimesinin temelini, bazı kaynaklarda Hz. Muhammed'e, bazı kaynaklarda da Hz. Ali'ye atfedilen şu hikmetli söz oluşturur: “Men arefe nefsehû fekad arefe Rabbehû” yani “Kendini bilen, Rabbini bilir.”
Burada geçen “Arefe” kelimesi, kullandığımız “irfan” kelimesinin köküdür. Bir anlamda "Kendini tanıyan, Rabbini tanır" demiştir. Neden? Tanımadan bilinmez ki? Tanıdığını bilirsin, tanımadan bilemezsin…
Kimin söylediğinden ve referans alınan inanç sistemlerinin ne olduğundan bağımsız olarak, bu söylem evrensel bir bilgelik içermektedir.
Tüm bâtıni-ezoterik öğretiler her şeyin "içimizde" olduğunu, dışımızda "gördüğümüzü ve kendimizden ayrı sandığımız" dünyanın, içimizin yansımasından başka bir şey olmadığını söylemektedir. Hem de binlerce dilden ve kalemden, binlerce yıldır…
Delphi Tapınağının kapısında tek kelime yazar: "Temet Nosce" yani "Kendini Bil". Acaba bunu yazan düşünce ile Ehl-i Beyt'in inandığı ve işaret ettiği "hakikat" farklı mıydı?
Değildi.
Hakikat söz konusu olduğunda, "farklılık-ayrılık" sandığımız, herkese anladığı dilden seslenme gayretinin yarattığı renklilikten başka bir şey değildir.
Neden bu kadar önemlidir peki "İrfan Sahibi Olmak"?
"Kendimizi tanımamız ve bilmemizin" tavsiye edilmesinin amacı Ehl-i Beyt'in sözünde açıktır, kelimelerin ardına saklı başka bir gizem perdesi yoktur. Mesaj nettir; "Yaradan’ı Bilmek".
Epiktetos "Tanrı insana bir şey söyleyeceği zaman, bunu bir insana söyletir" demiş. İnsana pek çok farklı kanaldan gelen bu değerli ve ortak mesajın amacı neydi? Yaradan bizim kendimizi bilmemizi neden istedi, bu yolla kendisini bilmemizi istedi.
İnsan, Yaradan’ı bilince ne olacak peki?
Tek bir şey olacak, tüm evrenin düzeninin temel taşında duran tek bir şey: "Kendimizi seveceğiz"… Yaradan'ın bizden tek isteği, milyonlarca yıllık, yüzlerce öğreti ve inanç sistemi, dört büyük kitaplık ve binlerce ayetlik gayretindeki umudu ve beklediği tek şey bu: "kendimizi sevmemiz"…
Neden böyle istedi bilir misiniz; O'nu bulalım, tanıyalım, bilelim ve nihayetinde de anlayalım istedi... O, içimize kendinden sakladığı o müstesna parçaya ulaşmamızı istedi. Kendinden kendine varmayı istedi...
Zira kendinde Yaradan'ı gören, baktığı her yerde O’nu görür. Cümle varlığa bir gözle bakar. Sevmemezlik etmez, edemez. Damla denizi görünce nasıl sevmez, nasıl dayanır kucaklaşmadan, içi akmaz mı… O halden güzel hal var mı ki… Akar, duramaz… Kum tanesi çölü nasıl sevmez… Yaprak ağacı nasıl sevmez…
O’nu kendimizde bulmamızı istedi. Kendisinin göklerde, ulaşılamaz derinliklerde, "orada" bir yerlerde değil, "burada ve bize hep ama hep çok yakın olduğunu" görmemizi istedi.
Ve bunun anahtarını bulmayı aklımıza, sırrını da kalbimize verdi: "Kendini Seven, Rabbini Bilir"…
İyi ama bu yol kolay mı? Kolay anlatırsın, tanıyınca bilinir, bilinirse sevilir, sevilirse sonsuz huzura erilir… Anlatmak kolay, yapmak kolay mı?
Değil… Kim kolay derse, ben diyene inanmam. Bu yol kıldan ince, kılıçtan keskin…
Nicelerimiz kaldı o kapılarda, ışıksız dehlizlerde arar dururlar yollarını…
Kendini bilmeye giden yolda, en kıymetli bilgi, yolun neresinde olduğundur… Adres malum, lakin biz neredeyiz? Olduğu yeri bilmek, atılacak adıma cesaret verir, yolunu işaret eder.
Nasıl bileceğiz bunu? Bir ermiş gelip bize söylemezse? Malum, gönül sultanı Mevlâna Hazretleri yanı başımızda değil ki söyleyiversin? Kim bilecek bunu, yine kendimiz bileceğiz. Kendimizi bilmeye giden yolda neredeyiz, onu da kendimiz bileceğiz. Yolda kendini, nerede olduğunu bilmeyen, vardığını nereden bilecek? Yürüdükçe kendimizi bilmeyi öğreneceğiz. Varmak değil, yol öğretir… Kendimizden kendimize yolculuk edeceğiz…
Nasıl bileceğiz?
Gelin 4 kapıya varalım, kendimize hakikatin aynasından bakalım…
Ne idi bu kapılar; Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat… Bakalım bu kapıların üzerlerindeki "Aynalar" bize neyi göstermekte;
Hayatına, insanlara, olaylara karşı öfkeliysen, hayat dediğin o aynaya iyice bak, aslında kendine karşı öfkelisindir…
Olan bitenin suçunu başkasına ve kendine atıyorsan, karşılık vermedesindir... Çünkü aynada karşılığı kendinden başkasına veremezsin; yediğin her tokat, attığın her tokadı, attığın her tokat yediğin yenisini yaratır... Cezayı kendinden başkasına kesmemektesindir aslında...
Hayata karşı öfkenin ayak izi Keder’dir…
Burası kendinin Şeriat kapısıdır…
Hayatınla ilgili şikayetteysen ama olan biten şeyler içine sinmiyor, ama öfke değil "tahammül" gösteriyorsan o halde karşılık vermek istemede ama kendini tutmadasındır. "Ya sabır" makamından "ben yapacağımı bilirim ama, başkaları gibi -kıvırmak, menfaati önde tutmak, haksızlık etmek, çalmak çırpmak, yalan söylemek, hak yemek- bize yakışmaz" diyorsundur… Hayat yanlış, insanlar eğri, sen doğrusundur... Bedeli sen ödüyorsundur…
Bunun ayak izi olan duygu Gönül Darlığıdır. Yaşamda hissedemediğin, eksik olduğunu düşündüğün o "hakkaniyet" olmadan, kalbin göğsüne sığamaz olur…
Burası, kendinin Tarikat kapısıdır.
Hayatın zorluklarla dolu olsa da, her yaşadığının sana bir şey öğretmeye çalıştığını biliyor, seziyorsundur. Olanın ardında bir maksat olduğunu, "şer" diye bir şey olmadığını, onun henüz tercüme edemediğin "hayr" olduğunu biliyorsundur içten içe... Ama her yeni sorunda-olayda bunu unutup yaşamın sana bunu "kimin eliyle yaptığına" hipnotize oluyorsundur… İçin fark ediyor ama gözlerin Hakikati seçmiyordur… Kalbin biliyor, aklın ikna olmuyor, teselli bulmuyordur... Tam hakikati sezecekken dikkatin dağılıyor ve olan bitenin hesabını, onu sana "maruz bırakanda" arıyorsundur.
Yaşam müfredatının dediğine kulağını vereceğine, sopasıyla gelen öğretmenine gözünü dikmişsindir…
İnip çıkarsın, gözünü sopanın acısından, öğretmenin kendisinden ayırmayı başardığın anlarda, bir nefes alırsın, aklını dersine verirsin arada sırada… Sonra yine öğretmene ve elindeki bakarsın… İner, çıkarsın... Aklın zorlar, kalbin bilir... İkisinin arasında gider, gelirsin...
Bunun ayak izi, Akıl Karışıklığıdır. Ders önemlidir ama yapan haksız, olan da haksızlık gibi görünür…
Burası, kendinin Marifet makamıdır.
Sonra,
Hayat sana ne gönderirse ve kiminle göndersin, zarfa değil "mazrufa" (içindekine) bakarsın. Paketi, dersi sana kimin getirdiğine bakmazsın. Hepsinin aynı yerden geldiğini bilmektesindir.
Ali'yle Veli'yle, iyiyle kötüyle işin yoktur. Ne yaşandıysa "öğrenmem, değiştirmem, anlamam gereken nedir" demektesindir. Olan ne olursa olsun, şükürdesindir.
Oturur dersine çalışırsın. Ne ağlarsın ne de gülersin…
Bunun ayak izi Huzurdur.
Burası, kendinin Hakikat kapısıdır.
Erersin…
İşte, "ermek" budur;
Ermek, kendine giden yolda gidip, kendine varmaktır…
Sevgiyle, hep…
02.02.2022
Erhan Aslan
Elektronik Mühendisi
Silva Metodu Yetkili Eğitmeni ... See MoreSee Less
Kalemine sağlık abicim 🙏🙏🙏
Harika …..🙏
Kalemine, yüreğine sağlık 🙏🙏
Kendini sevmek kolay mı? İçindeki yargıç suçlarını bir bir sıralarken. Halbuki Rab sana ne olursan ol gel diyor. O seni yargılamıyor. Koşulsuz seviyor. Ne iyi ne kötü var. Ne kurban ne de kurban eden var. Tüm bunları özün biliyor ama gel de anlat kendine. Gel de kolay kolay dön özüne. Hayat bazen tahterevalli gibi. Kendini bilene dek bir gün göklerdesin bir gün yerin ta dibinde.
Harika Erhancım 🙏👏👏👏
Ne güzel bir anlatım olmuş. Hangi oluş halindeysek bu yazı bir nevi ayna şimdi. Gör kendini...
Erhancığım Çok teşekkürler... Sevgilerimle... 👏💞🥰
İzninizle paylaşıyorum
Teşekkürler @serpilguntay 😍 ...
Meditasyon Nedir ? ...
Müthiş! ...
Silva Metodunun Theta Frekanslarında işlevsel olmayı öğreten Elin Havaya Yükselmesi tekniğini anlatırken 🌟 ...
Muhteşem bir deneyim.. Öğrencilerim 😍♾🌟 ve ben ...
Sağ beyin özelliklerinden birisi çeşitli nesnelerde farklı görüntüler görmektir... Çam ağacının kabuğunda mesela... 🌲
#erhanaslanphotography #iseefaceseverywhere ...
@silvametodu_erhanaslan ...
Teşekkürler ♾🙏🏻 ...
17-18-19 Eylül'de Zihnimizin Potansiyelini Keşfetmek için bir araya geliyoruz... ...
Ne iyilikler ne güzellikler düşünüyoruz...
Zihnimizde ne kadar güzel bir dünya hayali kuruyoruz... Keşke herkes birbirine hoşgörülü olsa, sabah yürüyüş yaparken yanımdan geçen herkes bana "günaydın" dese...
Evren senin aynandan başka hiçbir şey değildir...
İçine dön bak, dilemek ve istemek dışında attığın adımları say...
Attın ise devam et atmaya,
Atmadıysan da, bekleme olur mu... ...
Error: API requests are being delayed. New posts will not be retrieved for at least 5 minutes.